M. Bülent Kılıç
_______________
Cueva de los Verdes, Canary Islands, Spain
______
M. Bülent Kılıç
SIMOĞLU SÜLEYMAN KISSASI
dedeme ve babama…
I.
geçti haylaz tayların ovayı yorduğu mutlu bahar günleri
geçti ceylanların eğilip usulca toprağı içtiği devran
kuşların ölerek boşlukta bıraktığı çukura sığınıyor sabah
öyle tekinsiz zamanlardayız.
II.
işte saçım
kıvırcık, sert ve zifiri kara
karnım gümüş sular gibi düz
doğanın titreşimi bende birikmiş
boy vermiş bende ergenliğin sürgünü
ama toyum
aklım ermiyor yaprağı ışıkla karma sanatlarına
ne ateş çitilemişim
ne buz bilemişim daha
sanıyorum ki
kaydolur ırmağın yeşil belleğine
düşen her yaprak
sanıyorum ki
ağırbaşlı bir inat kaya, varlığıyla
sanıyorum ki
bağlıdır at
ama sonsuzu otlar yine de
sanıyorum ki
duyulur kırılışı çakıltaşında dalgacığın
toyum
aklım ermiyor daha
III.
ormanda kaybolan rüzgarı alıp eve getirdim
ve “iyi niyet” adını verdim ona
dışarıda ay,
ağartırken bir çakalcığın korku dolu uluyuşunu
bir talan akşamında
birlikte üfleyeceğiz kandile
ve birlikte
tırmanıp kaçacağız
dilsiz ocağın pörsümüş kursağına basarak
IV.
“kapı çalınıyor baba
sesine benzettim kirvemin
ama böyle habersiz?”
V.
kaçağım
kaçıyorum bir köyden bir köye
karda
geceleyin
gittikçe tatlı bir gıcırtısı oluyor bastığım karın
rüyadayım
bir hozan bostandan bir kül ormana geçiyorum bir ölü katırla
rüyadayım
içine haylice uyku sızmış bir rüyadayım
gittikçe tatlı bir gıcırtısı oluyor bastığım karın
VI.
hatıra, bir hançerdi göbekbağında babamın,
ayıran, ölü bedeninden annesinin…
bu kuduz ayazda
koynumda sımsıcak duruyor öyle
sırtımda intikamcı bir mavzer
partal, keçi postu bir palto sırtımda
hısımlardan armağan…
kaçağım
ayak bileğimde bir çentik,
sokmuş soklamasını kasap
üfledikçe şişmiş de bereler içindeki karnım
kellesiz dikilivermişim sanki
bir sığırın can çekişen bedeniyle
kaçağım
ama kurbanım da
VII.
siper aldım bir kayanın ardına
ay ve kar
ele geçirirken sessizliği
ay ve kar
içine bambaşka sessizlikler yerleştirerek
ay ve kar
iki atış arasında…
acıyarak içim,
üzülerek
bastım tetiğe.
tepişi tüfeğin, o barut kokusu, kulaklardaki çınlayış
belki de ilk kez keskin bir haz verdi bana
ve yığıldı kirve kanlar içinde
sonra vurdum öteki iki çıyanı da
bakmadan gözlerinin yaşına
kesildi uluyuşu ve büyüdü korkusu çakalcığın
ay ve kar
ele geçirdi sessizliği büsbütün
içine bambaşka sessizlikler yerleştirerek
ötekiler kaçıp saklandılar sağa sola
siper aldılar, buldukları kayaların ardında
korkudan ve soğuktan titreyerek
yaşasaydılar, pür dikkat kesilirlerdi horozlar
tavuklar, tek ayakları boşlukta
kıpırtısız,
kalakalırlardı bir an
dinlerlerdi sessizliği
ve ilk patlamayla birlikte
kaçışıp sinerlerdi izbelerine
VIII.
ay
ve kar
ay
ve kar
ay
ve
kar
ürkütücüdür bu sessizlik
tehlikelidir bu sessizlik
kar
ve
kan
kan bulaşmış çuvaldaki buğdaya
ve usulca ışıldıyor kalaylı tencere
günün ilk ışıkları altında
IX.
ah baba
gömüyorlar mıdır seni şu anda?
gömüyorlar mıdır
kıtlığın ve tifonun
sellerin sürüklediği çürümüş kütüklere döndürdüğü öz akrabaların?
saçılırken üzerine solgun kış güneşiyle karılmış o ıslak
hoş kokulu toprak
karışıyor mudur birbirine dualar ve kürek sesleri?
oyalanıyor mudur bir süre boşlukta kelimeler
bir sigara dumanına dönüşüyor mudur sonra?
ah baba
bilirsin
kötü insanlar değildirler aslında
nicedir dürülmüş yufkaları çağrıştırıyor
açlıktan ölen akrabalarının
alelade çaputlarla kefenlenmiş cesetleri
ve katırlarının boklarını eşeliyorlar
sağlam taneler bulabilmek için
damarlarındaki kan pıhtılaştı
gözleri buz tutmuş bir sis görüntüsüne döndü çoktan
bilirsin, kötü insan değillerdi aslında
ama madem vurdum onları
madem ki usulca öldün sen
oturup ağlayabilirim artık, hatırlayarak eski zamanları
dipçiğimle eşeleyerek külleri
sıyırarak uykunun çiğ etini gecenin kemiğinden
(buz tutmuş gölde yalnız bir balık
nasıl duyarsa çarptığı yüzeyin sağır yangısını avurtlarında
ve yaşarsa belli etmeden kimselere bunu)
X.
kış, eridi.
ilerliyor su.
kılavuzsuz…
ışık da…
hissetmiyor ikisi de yol boyu kaybettiklerini
ve olduğundan daha fazla gösteriyor ikisi de nedense
XI.
kış, eridi.
döndü mevsim
bense sustum
sustum: yas tuttum
yas tuttum: uzadı tırnaklarım
uzadı tırnaklarım: telaşsız, yonttum dalgınlığımın ağır kayalarını
ve sessizliğe bağışladım bu tuhaf biçimleri sonra
yas tuttum:
paslı mıhlar söktüm hatıranın göz çukurlarından
söktüm
ve derken
uyudum biraz.
teselli verdi bana
sudaki aksine dönen esinti
tenhada huzuru gıdaklayan tavuk
kızgın kayaları dindiren çeşme
ışıkla ovup gölgeyle yatıştırdıkça ruhumun yaralarını tatlı ikindiler
usul usul sıyrıldım dalgınlığımdan
silkindim
silktim kem bakışların üstüme yapışmış pıtraklarını
ve ormanın kara uğultusunun sınırında
kurtuluşun ışığını bulanlar gibi önce şaşkın
sonra iştahlı bakışlarla, şen,
atıldım yeni kaderime doğru
atıldım ya
yeni kaderine atılan herkes
mesela bir kuş
bir tosbağa
bir solucan hatta
fark etmez mi
nicedir öylece gözünün önünde durup duran sureti
ansızın belirmiş bir mucize gibi?
ya da ilk kez karşılaştığında
henüz hiç müridi olmayan bir peygamber tanrıyla
girmez mi bir yerlerine bir tatlı sancı
okşamaz mı ruhunun ücralarını bir tuhaf merak
ağır közler, tiz çakmaktaşları olarak?
“öyledir muhakkak, öyledir”
diye yankılandı sesi adımlarına eşlik eden efsanenin
“öyledir muhakkak, öyledir”
öyleydi
çünkü birden sen belirdin:
birden uyanıp uykularından taşlar
doğruldular hasta yataklarında
birden ateşten meyveler dallardan düşüp serin sulara yuvarlandılar
gördüm bir kısacık anda bakışlarında
köy kızlarının ışıktan bakraçlarıyla şakrak döndüklerini akşamları
muzip keçilerin senin hatırın için
tatlı bir fısıltı olan sütlerini memelerinden
sağılmadan akıttıklarını
bir dem durdum karşında hiçbir laf edemedim önce
bir dem yetti bana o gülüş
erdim eme ve seme
bu bakış dedim sonra
yatmış da sipere hayal kuran bir eşkıya
rüzgara bir dikleniş
savruluşu bu zülüflerin
güle şerh
bu gamzeler
bu uzanıp kıvrılış
yepyeni bir yorum uykuya
ve efsaneye katkı
olsa gerek
çarpıntısı bu kalbin
“öyledir muhakkak, öyledir”
XII.
belimden şehvetle ve şefkatle çözdüğün bu kuşak
kurtuluşudur ruhumun
yıllar yılı tutsağı olduğu kundağından
dokundukça sen
büyüyüp olgunlaşıyorum bu yüzden
dokundukça sen
büyüyüp olgunlaşıyorum
ama ey sevgili
nedir bırakmak istediği sır
damarlarıma nüfuz eden kanının?
XIII.
ey uçurumu asılı tutan vahşi kaya
ey ninnili mağara
demem sizden başkasına büyük sırrımı
alnımda serin bir bere bırakmış dün gece saçlarımla oynaşan ayışığı!
alnımda serin bir bere: ayışığı!
XIV.
tırpanların ağulu homurtusu sustu
biçilmiş otlarda artık
kara bir izdirler sadece
bakiyeyse, unutulmaz ama eskitilir bir hikayedir:
bitkin bir sudur: yutmuş öz sesinin yankısını ve boğulup kokuşmuş sonra
-domuzların, bataklık böceklerinin, kertenkelelerin bile artık aldanmadığı
XV.
kuşların ötüşerek boşlukta açtıkları çukurda
ak heceler üstünde kuluçkaya yatıyor sabah
öyle vefalı zamanlardayız
2001-2008
__
_________
No comments:
Post a Comment