Friday, October 1, 2010

M. Bülent Kılıç

_______________


Cueva de los Verdes, Canary Islands, Spain
______

M. Bülent Kılıç


SIMOĞLU SÜLEYMAN KISSASI

dedeme ve babama…

I.

geçti haylaz tayların ovayı yorduğu mutlu bahar günleri

geçti ceylanların eğilip usulca toprağı içtiği devran

kuşların ölerek boşlukta bıraktığı çukura sığınıyor sabah

öyle tekinsiz zamanlardayız.

II.

işte saçım

kıvırcık, sert ve zifiri kara

karnım gümüş sular gibi düz

doğanın titreşimi bende birikmiş

boy vermiş bende ergenliğin sürgünü

ama toyum

aklım ermiyor yaprağı ışıkla karma sanatlarına

ne ateş çitilemişim

ne buz bilemişim daha

sanıyorum ki

kaydolur ırmağın yeşil belleğine

düşen her yaprak

sanıyorum ki

ağırbaşlı bir inat kaya, varlığıyla

sanıyorum ki

bağlıdır at

ama sonsuzu otlar yine de

sanıyorum ki

duyulur kırılışı çakıltaşında dalgacığın

toyum

aklım ermiyor daha

III.

ormanda kaybolan rüzgarı alıp eve getirdim

ve “iyi niyet” adını verdim ona

dışarıda ay,

ağartırken bir çakalcığın korku dolu uluyuşunu

bir talan akşamında

birlikte üfleyeceğiz kandile

ve birlikte

tırmanıp kaçacağız

dilsiz ocağın pörsümüş kursağına basarak

IV.

“kapı çalınıyor baba

sesine benzettim kirvemin

ama böyle habersiz?”

V.

kaçağım

kaçıyorum bir köyden bir köye

karda

geceleyin

gittikçe tatlı bir gıcırtısı oluyor bastığım karın

rüyadayım

bir hozan bostandan bir kül ormana geçiyorum bir ölü katırla

rüyadayım

içine haylice uyku sızmış bir rüyadayım

gittikçe tatlı bir gıcırtısı oluyor bastığım karın

VI.

hatıra, bir hançerdi göbekbağında babamın,

ayıran, ölü bedeninden annesinin…

bu kuduz ayazda

koynumda sımsıcak duruyor öyle

sırtımda intikamcı bir mavzer

partal, keçi postu bir palto sırtımda

hısımlardan armağan…

kaçağım

ayak bileğimde bir çentik,

sokmuş soklamasını kasap

üfledikçe şişmiş de bereler içindeki karnım

kellesiz dikilivermişim sanki

bir sığırın can çekişen bedeniyle

kaçağım

ama kurbanım da

VII.

siper aldım bir kayanın ardına

ay ve kar

ele geçirirken sessizliği

ay ve kar

içine bambaşka sessizlikler yerleştirerek

ay ve kar

iki atış arasında…

acıyarak içim,

üzülerek

bastım tetiğe.

tepişi tüfeğin, o barut kokusu, kulaklardaki çınlayış

belki de ilk kez keskin bir haz verdi bana

ve yığıldı kirve kanlar içinde

sonra vurdum öteki iki çıyanı da

bakmadan gözlerinin yaşına

kesildi uluyuşu ve büyüdü korkusu çakalcığın

ay ve kar

ele geçirdi sessizliği büsbütün

içine bambaşka sessizlikler yerleştirerek

ötekiler kaçıp saklandılar sağa sola

siper aldılar, buldukları kayaların ardında

korkudan ve soğuktan titreyerek

yaşasaydılar, pür dikkat kesilirlerdi horozlar

tavuklar, tek ayakları boşlukta

kıpırtısız,

kalakalırlardı bir an

dinlerlerdi sessizliği

ve ilk patlamayla birlikte

kaçışıp sinerlerdi izbelerine

VIII.

ay

ve kar

ay

ve kar

ay

ve

kar

ürkütücüdür bu sessizlik

tehlikelidir bu sessizlik

kar

ve

kan

kan bulaşmış çuvaldaki buğdaya

ve usulca ışıldıyor kalaylı tencere

günün ilk ışıkları altında

IX.

ah baba

gömüyorlar mıdır seni şu anda?

gömüyorlar mıdır

kıtlığın ve tifonun

sellerin sürüklediği çürümüş kütüklere döndürdüğü öz akrabaların?

saçılırken üzerine solgun kış güneşiyle karılmış o ıslak

hoş kokulu toprak

karışıyor mudur birbirine dualar ve kürek sesleri?

oyalanıyor mudur bir süre boşlukta kelimeler

bir sigara dumanına dönüşüyor mudur sonra?

ah baba

bilirsin

kötü insanlar değildirler aslında

nicedir dürülmüş yufkaları çağrıştırıyor

açlıktan ölen akrabalarının

alelade çaputlarla kefenlenmiş cesetleri

ve katırlarının boklarını eşeliyorlar

sağlam taneler bulabilmek için

damarlarındaki kan pıhtılaştı

gözleri buz tutmuş bir sis görüntüsüne döndü çoktan

bilirsin, kötü insan değillerdi aslında

ama madem vurdum onları

madem ki usulca öldün sen

oturup ağlayabilirim artık, hatırlayarak eski zamanları

dipçiğimle eşeleyerek külleri

sıyırarak uykunun çiğ etini gecenin kemiğinden

(buz tutmuş gölde yalnız bir balık

nasıl duyarsa çarptığı yüzeyin sağır yangısını avurtlarında

ve yaşarsa belli etmeden kimselere bunu)

X.

kış, eridi.

ilerliyor su.

kılavuzsuz…

ışık da…

hissetmiyor ikisi de yol boyu kaybettiklerini

ve olduğundan daha fazla gösteriyor ikisi de nedense

XI.

kış, eridi.

döndü mevsim

bense sustum

sustum: yas tuttum

yas tuttum: uzadı tırnaklarım

uzadı tırnaklarım: telaşsız, yonttum dalgınlığımın ağır kayalarını

ve sessizliğe bağışladım bu tuhaf biçimleri sonra

yas tuttum:

paslı mıhlar söktüm hatıranın göz çukurlarından

söktüm

ve derken

uyudum biraz.

teselli verdi bana

sudaki aksine dönen esinti

tenhada huzuru gıdaklayan tavuk

kızgın kayaları dindiren çeşme

ışıkla ovup gölgeyle yatıştırdıkça ruhumun yaralarını tatlı ikindiler

usul usul sıyrıldım dalgınlığımdan

silkindim

silktim kem bakışların üstüme yapışmış pıtraklarını

ve ormanın kara uğultusunun sınırında

kurtuluşun ışığını bulanlar gibi önce şaşkın

sonra iştahlı bakışlarla, şen,

atıldım yeni kaderime doğru

atıldım ya

yeni kaderine atılan herkes

mesela bir kuş

bir tosbağa

bir solucan hatta

fark etmez mi

nicedir öylece gözünün önünde durup duran sureti

ansızın belirmiş bir mucize gibi?

ya da ilk kez karşılaştığında

henüz hiç müridi olmayan bir peygamber tanrıyla

girmez mi bir yerlerine bir tatlı sancı

okşamaz mı ruhunun ücralarını bir tuhaf merak

ağır közler, tiz çakmaktaşları olarak?

“öyledir muhakkak, öyledir”

diye yankılandı sesi adımlarına eşlik eden efsanenin

“öyledir muhakkak, öyledir”

öyleydi

çünkü birden sen belirdin:

birden uyanıp uykularından taşlar

doğruldular hasta yataklarında

birden ateşten meyveler dallardan düşüp serin sulara yuvarlandılar

gördüm bir kısacık anda bakışlarında

köy kızlarının ışıktan bakraçlarıyla şakrak döndüklerini akşamları

muzip keçilerin senin hatırın için

tatlı bir fısıltı olan sütlerini memelerinden

sağılmadan akıttıklarını

bir dem durdum karşında hiçbir laf edemedim önce

bir dem yetti bana o gülüş

erdim eme ve seme

bu bakış dedim sonra

yatmış da sipere hayal kuran bir eşkıya

rüzgara bir dikleniş

savruluşu bu zülüflerin

güle şerh

bu gamzeler

bu uzanıp kıvrılış

yepyeni bir yorum uykuya

ve efsaneye katkı

olsa gerek

çarpıntısı bu kalbin

“öyledir muhakkak, öyledir”

XII.

belimden şehvetle ve şefkatle çözdüğün bu kuşak

kurtuluşudur ruhumun

yıllar yılı tutsağı olduğu kundağından

dokundukça sen

büyüyüp olgunlaşıyorum bu yüzden

dokundukça sen

büyüyüp olgunlaşıyorum

ama ey sevgili

nedir bırakmak istediği sır

damarlarıma nüfuz eden kanının?

XIII.


ey uçurumu asılı tutan vahşi kaya

ey ninnili mağara

demem sizden başkasına büyük sırrımı

alnımda serin bir bere bırakmış dün gece saçlarımla oynaşan ayışığı!
alnımda serin bir bere: ayışığı!

XIV.

tırpanların ağulu homurtusu sustu

biçilmiş otlarda artık

kara bir izdirler sadece

bakiyeyse, unutulmaz ama eskitilir bir hikayedir:

bitkin bir sudur: yutmuş öz sesinin yankısını ve boğulup kokuşmuş sonra

-domuzların, bataklık böceklerinin, kertenkelelerin bile artık aldanmadığı

XV.

kuşların ötüşerek boşlukta açtıkları çukurda

ak heceler üstünde kuluçkaya yatıyor sabah

öyle vefalı zamanlardayız


2001-2008


__


Artist: Van Morrison
Song: Moondance


_________

No comments: